Şiirimsi Karalamalarım.




Antika Müzayedesi.

Bir salonda toplanmış insanlar
Çok şık giyinip kuşanmışlar
Kürsüdeki adamın idaresinde
Değerli eserlere sahip olmak için
Birbirleriyle kıyasıya yarışıyorlar
Peş peşe satılıyor değerli tablolar
Porselen tabaklar, lambalar, vazolar
Satın alabilenler gururla gülümsüyorlar
Bana hep itici gelmiştir şu antikalar
Değerli oldukları için çok iyi korunurlar
Gözü gibi bakar onlara sahip olanlar
Bir gün gözünü yumunca sahipleri
El değiştirip başka birinin göz bebeği olurlar
Kim bilir kaçıncı sahiplerini dünyadan yolladılar
Dört yüz yıllık bir lamba halâ sapa sağlam duruyor
Onu yapan ustanın kim olduğunu kimse bilmiyor
En çok yaşayan insan yüz yaşına kadar yaşıyor
Bir porselen vazo yüzyıllara meydan okuyor
Sevemedim, sevemiyorum bir türlü antikaları
Hepsi buram buram ölüm kokuyor.

Haziran 2004

*********************************************************

Adam gibi.......................!


İnsanlar hayata veda edip gittiğinde
Unutulmaya mahkumlar.
Canından kopan canları
Toprağa verip
Devam ediyor yaşamaya analar
Büyük aşklarını yitiren aşıklar,
Bir süre sonra yeni aşklara
Yelken açıyorlar.
Acılar zamanın çarkları arasında
Ezilip toz olup
Öğütülüp yok oluyor.
İnsanların hafızaları zayıf
Çabuk unutuyor.

Yok oluştan yıllar sonra
Bir seveninin, bir dostun
Yaşamının bir anında,
Hatıraların tozlu ambarından
Çıkıp gelebilmek
Yüreğinde bir sıcaklık
Burnunda bir sızı
Gözünün pınarından süzülen
Bir damla yaş olabilmek

Bence bunu başarabilenin hakkıdır
Ben adam gibi yaşadım diyebilmek.

28 Şubat 2005

*************************************************************

Babama....................!


Çocukken çok kızardım sana
Vakit ayırmıyorsun diye bana
Anlam veremiyordum
Gece gündüz çalışmana
Genç oldum bozulmaya başladım
Akıl vermene bana
Ben de biliyordum, anlıyordum
İyiyi, kötüyü yanlışı,doğruyu
Devir senin devrin değildi
Gençler artık senin gençliğindeki gibi
Cahil ve saf değildi
Benim için bu kadar kaygı duyman
Hiç de mantıklı değildi
Sıkıyordu ön görülerin, nasihatlerin
Seni hep ayıp olmasın diye dinledim.
Yıllar geçti yaşım ilerledi
Dediklerinin hepsi bir bir başıma geldi
Önceleri tesadüftür dedim gülüp geçtim
Sonra haklı olduğunu kabullendim
Hele baba olunca iyice sana benzedim
Devir bizim devrimiz gibi değil baba
Aklım gidiyor zarar gelecek diye yavruma
Karşıma alıp nasihat ediyorum
Aman yavrum dikkatli ol diyorum
Benim sana baktığım gibi bakıyor yüzüme
Kulak asmıyor hiçbir sözüme
Ben doğruyu yanlışı biliyorum baba diyor
Laflarımı kulak arkası ediyor
Devir değişti baba şimdiki gençler hiç söz dinlemiyor.
Ne yapacağımı bilemiyorum, çok korkuyorum
Tam ihtiyacım olduğunda sana
Yoksun yanımda,
Ne olurdu biraz daha yaşasaydın
Yol gösterseydin bana.
Yaşarken bilemedim kıymetini
Eğer duyabiliyorsan sesimi
Babalar günü hatırına
Ne olur affet beni baba. 

22 Haziran 2004

*************************************************************
Anneme


Bir güne sığdırmak mümkünmü annem seni
On iki yıl geçti sen bu dünyadan göçüp gideli
Unutmadım kokunu, deniz rengi gözlerini
Özlüyorum koruyan, kollayan sevgi dolu yüreğini
Gittiğine toprak olduğuna kim inandırabilir beni
Yaşıyorsun anne mezarında açan çiçeklerde
Görüyorum güzel yüzünü bana gülen gözlerini
Bir gün gelecek kavuşacağız bitecek ayrılığımız
Yine saracaksın beni kollarınla basacaksın bağrına
Mermerle çevrili bahçemizde çiçek olup açacağız.

9 Mayıs 2004

*************************************************************

Bazen,bazı,yada, kimi, kiminin, kimine,........!


Bazen en güçlü haykırıştır sessizlik
Duymayı bilene sessizliğin sesini.
Bazen umutsuzluğun derinliklerinden
Çığlıkları yükselir ama duyulmaz umut
Bazen bir sigaranın dumanında
Yada bir yudum çayın deminde
Yakalanır mutluluk
Kimine servet, mal, mülk verir huzur
Kimi dingin bir ormanda yada
Bir deniz kenarında
Dalgaları dinleyerek huzur bulur.
Bazı göz okyanusa bakar su görür
Bazı göz bir damla suda okyanus görür
Kimi baharda kırlarda açan rengârenk çiçekleri
Neşeyle koşuşan kuzuları seyretmeyi sever
Kimi çiçeği vazoda, kuzuyu fırında sever.
Kimi ömrü boyunca havanda su döver
Buna kader der hep kadere söver.
Kiminin bütün ömrü sanki bir gündür.
Kiminin bir günü sanki koca bir ömür.

Ekim 2004

*************************************************************

Bekleme.........!


İçinden geliyorsa birisi için bir şeyler yapmak yap.
Sevgi vermek istiyorsan birisine ver.
Fedakarlık etmek istiyorsan birisi için et.
Çabalaman gerekiyorsa güzel şeyler için çabala.
Sana kötülük edene iyilik etmekse senin doğrun et.
Sevdiğinin peşinden koşman gerekiyorsa koş.
Yardım isteyenden yardımını esirgeme
Hayatın boyunca mutlu olmak, kırılmamak
Hep dimdik ayakta kalmak yıkılmamak istiyorsan
Asla karşılık ve vefa bekleme. 

Haziran 2004

*************************************************************

Beyaz Güvercin......!


Bir beyaz güvercin çizmişler
Gagasına da narin bir zeytin dalı iliştirmişler
Sonra da buna özgürlük ve barışın işareti demişler
Şöyle bir dikkatli bakıp, biraz düşününce insan
Güler geçer buna, tam aksini bas bas bağırır anlayana.

Özgür olan gri sokak güvercinleridir
Beyaz güvercinler cinstir
Özenle üretilir beslenir
Mal gibi alınır satılır
Sahibinin canı istediğinde
Birkaç saatliğine uçurulur
Sonra yine kümese tıkılır
Bu da yetmez çalınmasın diye
Kümesin kapısına asma kilit takılır.
O güzelliğinin bedelini öder esaretiyle
Nesiller boyunca türünü sürdürenleri
Mahkum olacaktır bu kadere.

Şimdi gelelim şu gagasına iliştirilen
Narin zeytin dalına, bilinmez acaba
Motife uysun diye mi böyle narin çizilmiş
Yoksa gücü gizlenmek mi istenmiş.
Zeytin yüzyıllardır farklı değeri olan
Tam bir aristokrattır.
Debdebeli, saltanatlı bir ağaçtır.
Kök saldığı topraklara gücünü katmıştır
Kıyaslanamaz ne meşeyle ne gürgenle
Ne çamla ne de kavakla
O kendisine hizmet ettirdiği insanlara
Kendi istediği kadarını verir
Diğerleri insanlara yakacak odun olur
Canını verir.
Tıknaz gövdesi kendine özgü dalları
Bambaşka yapraklarıyla kendini
Diğerlerinden soyutlamış
Bu da yetmemiş insanlar onun gibi yeşile
Zeytuni demiş bir renk tonuna adını vermiş.
Her devirde ekonomide geçer akçe olmuş
Saygın yerini hep korumuş
Ona bakıp hizmetini görenler
Başkalarına hedef olmuş
Ne gariptir çevresinde yerleşen
Nice medeniyetler yerle bir edilip
Yok olmuş ama o hep kollanmış
Özenle korunmuş.

Şimdi bir daha bakalım şu sembole
Yakışıyor mu hiç üzerine yüklenen
O iki büyük değere......?

Şubat 2006

*************************************************************

Bilemedi.
Gözü vardı görmeyi bilemedi
Kulağı vardı duymayı bilemedi
Burnu vardı koklamayı bilemedi
Dili vardı tatmayı bilemedi
Teni vardı dokunmayı bilemedi
Kalbi vardı sevmeyi bilemedi
Beyni vardı düşünmeyi bilemedi
Yetmiş yılı harcadı yaşamayı bilemedi
Ot gibi geldi , ot gibi gitti 

Mayıs 2004

*************************************************************

Bilemiyorum.........!


Suya düşmüştü bir arı, çırpınıyordu, boğuluyordu,
Elimi uzattım ölümden kurtardım, parmağımı soktu.
Ağacın üzerinde kalmıştı bir kedi korkuyla titriyordu
Ağaca çıktım, kucağıma aldım aşağı indirdim kolumu tırmaladı
Üç köpek saldırmış cılız bir sokak köpeğimi parçalıyordu
Daldım aralarına onlara gücü yetmeyen o cılız it beni ısırdı
Yuvadan düşmüştü bir karga yavrusu, besledim doyurdum
Ölümden döndürdüm, biraz palazlandı gözümü gagaladı
Bir garibana çelme takıp düşürmüştü bir adam tutup kaldırdım
Ayağa kalkar kalkmaz yumruğu benim gözüme patlattı.
Zorda kalmıştı bir başkası, destek oldum, kolladım, korudum
Düze çıktı, biraz kendini topladı, ilk kenara ittiği ben oldum
Adam yerine konulmuyordu bir başkası, elinden tuttum
Kediydi , önüne büyüteç tuttum, aslan yerine koydurttum
Kendide inandı, kendini aslan sandı, beni parçalamaya kalktı
Bu nasıl bir dünyadır anlamıyorum, bir anlam veremiyorum
Acaba ben mi yanlış yapıyorum, onu da bilemiyorum
Bilen varsa beri gelsin, benim aklım durdu artık.
Biri sevabına ne olur bana bir akıl versin.

Haziran 2004

*************************************************************

Bir Adam ......!


Çıkarları için her şeyi yapardı, paraya tanrı gibi tapardı
Her devrin adamıydı, yükseldi, paralandı, tanındı
Yüzüne güldüklerinin arkasından kuyularını kazdı
Daha otuz beşine, gelmeden o artık önemli bir adamdı.

Artık onun da etrafında yağcıları, şakşakçıları vardı
Mutluluktan uçuyor, açılmaz denen kapıları açıyordu
Etrafa su gibi para saçıyordu, zaman akıp geçiyordu
Yıllar geçti yaşlandı, yavaş yavaş etrafındakiler azaldı

Sonra döndü geriye bir baktı, her şeyi elde etmişti ama
Bir yerde bir hata vardı , düşündü, sorguladı, yargıladı
Sonunda karara vardı, o hiç kimsenin sevmediği bir adamdı
O hep insanları, insanlar hep onu kullanmıştı, şimdi elinde

Onursuz, şerefsiz, içi bomboş bir ömür kalmıştı.
Çok parası, çok malı vardı ama tek bir dostu yoktu
Bir başına yapayalnız koskoca bir evin içinde ölümü bekliyordu
Acıma duygusundan yoksun, sevgisiz kalbi artık tekliyordu.

Bir gün kalbi durdu , ne gariptir o gün yalnızlığı son buldu
Yanına yaklaşmayan, ona bulaşmayan bir sürü insan koşuştu
Cenaze törenine geldi, onu öven sözler söylendi, haklar helâl edildi.
Tabutu omuzlar üzerinde taşınarak mezarlığa kadar gidildi.

Mezarına herkes, kürek kürek toprak attı, çelenklerle üzerini kapattı
Yanık sesli hafızlar dualar okudu, mezarına sular döküldü
Akşam yemekler yapıldı helvalar kavruldu, dualar okundu
Herkes büyük bir coşkuyla bu işleri yapıyordu, neden mi?
Nedeni çok basit, millet bir mikroptan daha kurtuluyordu. 

Mayıs 2004

*************************************************************

Bu Sabah Aynada Yüzüm Yoktu......!


Bu sabah kalkıp girdim banyoya, yüzümü yıkayıp baktım aynaya.
Yüzümü göremedim banyodaki aynada, telâşlandım döndüm odaya
Baktım yatağımda karım uyuyordu, kızımın odasına koştum o da uyuyordu.
Birden bir korku duydum, tekrar banyoya koştum, korkarak baktım aynaya

Aynada kimse yoktu, sadece arkamdaki duvar görünüyordu, ayna boştu
Tanrım neler oluyordu, yoksa söylenenler doğrumuydu?
İnsanlar öldükten sonra ruhları evlerine geri mi dönüyordu?
Peki ben dün öldüysem karım ve kızım nasıl bu kadar rahat uyuyordu?

Bedenime baktım yoktu, koluma çimdik atıp bu kâbustan kurtulmak istedim
Onu da yapamadım çünkü çimdik atacak elimde yoktu.
Gerçeği kabullenmek zorundaydım, ben ölmüştüm, evimdeki ruhumdu.
Ama sevdiklerim benim ölümüm sonrası nasıl bu kadar mutlu uyuyordu?

Bu kadar mı önemsizdim onlar için, bu kadar mı değersizdim?
Tamam arkamdan yas tutmalarını ben de istemezdim.
Ama bu kadar da vefasız olacaklarını beklemezdim.
Yaşamımı sorgulamaya başladı bedenimden ayrılan ruhum.

Ben iyi bir çocuk, saygılı bir genç, sevgi dolu bir yetişkin olmuştum.
Evimden hızla uzaklaştım dostlarımın evlerini bir bir dolaştım
Değişen hiçbir şey yoktu, kimi halâ uyuyor, kimi kahvaltı ediyordu.
Son bir ümitle mezarlığa koştum, bakındım sağa, sola mezarımı buldum,

Bir kere daha, yıkıldım, kabarık bir toprak, topak topak, üzerinde birkaç kuru yaprak.
Baş ucunda bir küçük tahta parçası, ben bu kadar vefasızlığı hak etmemiştim açıkçası
Ama artık elimden gelecek bir şey yok, zaten elim de yok, boşlukta dolanan bir ruhum
Ölümden sonrada hayal demek bana, yaşarken özlem duyduğum huzurum.

Keşke ölümle her şey son bulsaydı, keşke ruhum buralarda olmasaydı
Vallahi bu kadar yıkılmazdım , gideceğim yer cehennem olsaydı,
Sevdiklerimin, eşimin , dostumun vefasızlığına şahit olmak kadar
Cehennemin en harlı ateşi bile eminim ruhumu bu kadar yakamazdı. 


Mayıs 2004

*************************************************************

Çelişki.....!


Ne gariptir insan oğlu,
Özde aynı olan şeylere farklı tepkiler verir
Sevdiği kadının saçlarını koklar, öper, okşar, hislenir.
Aynı kadının yaptığı yemeğin içinden çıktımı.
Aynı kadının saçı, midesi kalkar tiksinir.
Saç teli aynı saç telidir sadece yeri değişmiştir.
Baştayken imrenilen başı terk edince iğrenilen olmuştur.
Öpmeye doyamadığı dudaklar insanı duygulandırır.
Aynı dudakların değdiği çay bardakları mide bulandırır
Karışmasın diye kaşıkları farklı yerlere konur ayrılır.
Ama bardağa değende, öpülende aynı dudaktır.
Örneklemeye devam edilebilir daha çok örnek var.
Hem de bunlardan çok daha çarpıcıdırlar.
Ancak yazıya dökülmez zira pek yakışık almaz.
Biz dönelim konumuza, biraz sorgulayalım.
Acaba aşk mıdır iğrenme hissini ortadan kaldıran?
Eğer öyleyse, aşk bir var olup bir yok olan bir şey mi?
Yok ba************************************************************

Delinin Zoru .................!


Cenaze töreninde
Ahlâksız namussuz olduğunu bildiğimiz
Bir adamın ardından
İmamın nasıl bilirdiniz sorusuna
İyi bilirdik der üç kere tekrar eder
Tanrının huzurunda yalancı şahitlik ederiz.

Oysa ne hoş olurdu değil mi bir cenaze töreninde
İmam sorduğunda bu soruyu
Dürüstçe cevaplaya bilse cemaat

Rezil herifin biriydi.....! diyebilse.

Sonra imam hakkınızı helâl ediyor musunuz dediğinde

Haram olsun diye bağırabilse dürüstçe.

Şimdiye kadar hiç rastlamadım,
Hiçbir cenazede
Böyle dürüst davrana bilen
Tek bir kişiye

Nedeni ölüye olan saygıdan mıdır acaba?
Yoksa sonrasından duyulan kaygıdan mı?

O üzgün ifadelerin nedeni nedir peki?
Geberip gitsin diye dua eden yakınları
Ondan kurtulduğu için mutluluktan uçan mağdurları

Neden sahte bir hüzün yüklerler yüzlerine?
Neden kara gözlükler takarlar ağlamayan gözlerine?

Ölen göremeyeceğine göre, bu komedi oyun
Niye sergilenir?
Kime?

Ne gibi bir menfaat için acaba insanlar.
Yalan söylerler göz göre tanrıya bile.

Hiçbir zaman doğrular söylenemeyecekse
Bu sorular niye sorulur inatla her cenazede? 

Şubat 2005

************************************************************
Deniz, dalgalar,...........................


Kumsala vuran güçlü dalgalarıyla deniz kendini temizliyor
Her dalga sürüp atıyor dışarı, denizin içinde biriken pislikleri
Ölmüş istiridyelerin kabuklarını, balık leşlerini, çöpleri
Yapıştıkları kayalardan kopan yosunları, ölü çağanozları
İçinde barındırdığı canlıların geleceği için deniz bunu yapmalı
Sayısız güzelliklerinin devamı için her zaman tertemiz kalmalı.
Aynı şeyi çocuklarının geleceği için bu toplumun insanları da yapmalı,
Dalgalar örnek alınmalı, her dürüst ve duyarlı insan bir dalga olmalı
İçimizdeki hainlerin, namussuzların, hırsızların, düzenbazların
Kara bulutlar gibi üzerimize çöken, geleceğimizi karartmaya çalışan
Bu ülkeyi çağın gerisine götürmeye çabalayan örümcek kafalıların
Fütursuzca her yanı sarmalarına, değerlerimize küstahça saldırmalarına
Tepkisiz kalmak, umursamamak, susmak ve kabullenmek yerine
Denizi temizleyen dalgalar misali, toplumu temizleyen dalgalar olunmalı.


Mayıs 2004

*************************************************************

Deniz, Yıldızlar ve Adam.


O gece gökyüzünde ne bulut ne ay vardı
Yıldızlar karanlıkta pırıl pırıl parlıyorlardı,
Işıltıları denizde yakamozlara dönüşüyordu
Adam kumsalda bir başınaydı,

Kumun üzerine usulca uzandı
Ellerini başının arkasına koydu,
Gözleri sonsuzluğa daldı,
Yıldızlar yavaş yavaş çoğalıyorlardı

Gökyüzü gitgide genişliyordu,
Sonsuz karanlığın derinliklerinden yıldızlar
Adama göz kırpıyor sanki onu çağırıyordu.
Deniz sessiz ve sakindi hiç kımıldamıyordu

Adeta yıldızların çağrısını eşlik ediyordu.
Adam yattığı yerden yükseldiğini hissetti
Yavaşça yaklaşıyordu yıldızlara doğru
Vücudunun ağırlığını hiç hissetmiyordu

Olanlara hiçbir anlam veremedi
Başını geriye doğru çevirdi aşağıya baktı
Pırıltılı sakin bir deniz, uçsuz bucaksız bir kumsal
Ve kumsalda bir adam gördü.

Sırt üstü uzanmıştı kumsaldaki adam
Ellerini başının arkasına koymuştu
Hiç kıpırdamadan öylece yatıyordu
Gökyüzüne, yıldızlara bakıyordu.

Adam başını tekrar göğe çevirdi,
Sonsuz karanlığın derinliklerine doğru
Yıldızların ışıltıları arasından süzülerek
Huzur içinde bir bilinmeze doğru gitti.

Haziran 2004

*************************************************************

Denize Yürüdü Kadın..


Kumsalda kimse yoktu
Denizden sert bir rüzgâr esiyordu
Narin yüzünü bıçak gibi kesiyordu
Saçları havalanmış dalgalanıyordu
Geriye doğru uzanan eteği sanki onu çekiyordu
Bedenine çarpan rüzgâra direniyor
Bronz bir heykel gibi dimdik duruyordu
İki yana açılmış kollarıyla
Sanki hayata meydan okuyordu
Gözleri ufka kilitlenmişti
Bir cesaret abidesi gibiydi
Hiç kımıldamıyordu
Sonra başını öne eydi
Elleriyle saçlarını topladı
Çıplak ayaklarıyla yavaş adımlar attı
Ayakları suya ulaştı
Önce parmakları ıslandı
Sonra devam etti yürümeye
Su dizlerini aştı
Islanan etekleri ağırlaştı
Bacaklarına yapıştı
Hiç duraksamadan yürüyordu
Soğuk su bedenini donduruyordu
O halâ dimdik yürüyordu ufka doğru
Su boynunu aştı sanki denizle kaynaştı
Sonra gözden kayboldu
Suyun yüzünde birkaç köpük belirdi
Onlarda bir süre sonra dağıldı
Sonra su da duruldu
O sonsuz yolculuğuna
Sonsuz ufka doğru yürüyerek
Denizden gidiyordu
Ne bir ses çıkartmıştı
Ne bir çığlık almıştı
Ne geride bir ceset bırakmıştı
Ondan son kalan ıslak kumdaki
Birkaç ayak iziydi
O izleri de sildi deniz
Küçücük bir dalgayla
Deniz saygı duymuştu
Bu cesaret abidesi kadına
İntihar etmemişti O
Deniz basmıştı onu bağrına
Güneş o gün daha hızlı alçaldı
Ufuktan denize daldı
Üşümesin diye bedeni
O mağrur kadını sardı
Sonra hava karardı
Deniz karardı
Kadın da
Güneş de
Deniz de
Derin bir uykuya daldı
Yıldızlar çok uzaktan göz kırpıyorlardı
O gece ay da bir başka gülüyordu
Gururlu insanlar
Ölürken de gururlu ölüyordu
İnsanlar duymasa da
Doğa onlara saygı duyuyordu.

Mayıs 2004

************************************************************

Erken Doğmuş Bugün Ay.................!


Erken doğmuş bu gün Ay
Nedendir bilinmez bu telaşı
Güneşe mi bu baş kaldırışı
Işığını alırken güneşten
Nasıl baş kaldırabilir
Güneşin gücüne
Nasıl dayanabilir
Güneşin ışığına
Isısına muhtaçken herkes
Onu kim fark edebilir
Belli ki şımartmışlar onu
Ondan ilham alan şairler
Haksızda sayılmaz hani
Ondan etkilenip yazılmış
Nice duygu yüklü şiirler
Birkaç saat sonra
Ay galip gelecek
Güneş dağın arkasından
Batıp gidecek
Gök yüzü karardığında
Yıldızların ışıltılarıyla
Her geceki saltanatını sürecek
Şairlere yine ilham verecek
Sabahın ilk ışıklarıyla
Gösterince yüzünü güneş
Sessiz sedasız kaybolup gidecek.

Ay hep varlığını sürdürecek

Güneş de

Yıldızlar da

Şiirler de

Peki onlardan etkilenip

Yüzlerce

Duygu yüklü

Şiiri yazan

Şairler

Nerede ?
 
Haziran 2004

**********************************************************

Eski Sallanan Koltuk.


Eskicinin vitrininde bir sallanan koltuk ilişiyor gözüme.
Hasırları yırtılmış, boyaları sıyrılmış yorgun bir koltuk.
Geriye doğru yatmış gövdesi, adeta dinleniyormuş gibi
Donup kaldım önünde, yardım ister gibi bakıyordu gözlerime

Çocukluğumdan beri hep bir sallanan koltuğum olsun isterdim
Nedendir bilemem, hiçbir zaman edinemedim.
Şimdi duruyor karşımda sımsıcak gülümsüyor bana
Çağırıyor beni, hadi diyor beni buradan kurtarsana

Giriyorum dükkandan içeri hiç pazarlık etmeden alıyorum
Bu kadar yaşlı bir koltuk için pazarlık etmek gelmiyor içimden
Onu inciteceğimden korkuyorum, ona fark ettirmeden parayı ödeyip
Kucaklayıp sevinçle yola koyuluyorum, koltukta ben de çok mutluyum

Benim çocukluk hayalim gerçek oldu,
Asil, mağrur ve yorgun sallanan koltuk
Köhne ve tozlu eskici dükkanından kurtuldu.
Eve varıyoruz, odamın en güzel yerine koyuyorum

Önce tozunu alıyorum, yavaş yavaş sallanıyor keyifle
Yırtık hasırlarını düzeltiyorum dikkatlice
Güzelliğini bozmadan güçlendiriyorum yorgun bedenini
Arkasına gerdiğim birkaç sıra keten iple.

Sıyrılmış boyalarına hiç dokunmuyorum
Çünkü çirkin durmuyor, tam aksine
Yaşlı bir adamın yüzündeki çizgiler gibi
Onun meydan okuduğu yılları simgeliyor

Yavaşça oturuyorum sallanan koltuğuma
Kucaklıyor beni sanki teşekkür eder gibi
Yavaş yavaş sallanıyor, fısıldarcasına gıcırdayarak
Bana hazin öyküsünü anlatıyor.

Gözlerimi huzurla kapatıyorum
Bir masal dinler gibi onu dinliyorum
İyi bir usta onu özene bezene yapmış
Bir hasır ustası dantel gibi örmüş hasırlarını

Sonra Kanlıca’da bir yalının sahibi satın almış
O yalının en değerli mobilyalarından biri olmuş
Tam otuz yıl denize karşı keyifle sefa sürmüş.
Yalının sahipleri ondan bıkınca ve epeyi yaşlanınca

Saltanatı sona ermiş, evin beyi onu bahçıvana vermiş.
Yalının salonundan bahçıvanın kulübesine taşınmış
Çok hor kullanılmış, hırpalanmış,yıpranmış, iyice aşınmış
Beş yıl sonra kapıdan geçen bir eskiciye üç milyona satılmış,

Rutubetli, tozlu, karanlık bir depoya fırlatıp atmışlar
Yılmamış,usanmamış, direnmiş, pes etmemiş, dağılmamış
Aylarca sabırla beklemiş, umudunu hiç yitirmemiş
Dükkanda mal azalınca, depodan alınmış camın önüne konmuş

Güneş ısıtmış içini, kurutmuş rutubetten şişen bedenini
Kendini toparlamış, umutla, beklemeye başlamış
Birkaç gün kimse yüzüne bile bakmamış, tam umutları tükenirken
Birden bana rastlamış, onu kurtaracağımı bakışımdan anlamış

Benim ona onun bana daha anlatacak çok şeyimiz var
Bakalım ikimize de neler gösterecek gelecek yıllar.
Ben onun kurtarıcısıyım, O benim çocukluk hayalim,
İçin rahat olsun artık hiç korkma çilen bitti
Yaşlı ve yorgun sallanan koltuğum benim.

Haziran 2004

***********************************************************
Gece Temizledi.
Güzelim sahil semtimiz çöplüğe çevrilmişti.
Sahte gülüşlü portreleri her yere asılmış.
Çocuk kanmaz sloganlar, salkım saçak amblemler.
Ağaçlara, direklere bağlanmış, çivilerle çakılmıştı.
Boş vaatler yazılı afişler dört bir yana yapıştırılmıştı.
Arabaları, otobüsleri, dev hoparlörlerinden,
Bangır bangır sevilen şarkıların çarpıtılmış hallerini
Sabahtan akşama kadar çalıp çalıp duruyordu,
Kimin kime ne dediği ne söylediği belli olmuyordu.
Adamlar en şirin halleriyle ve şakşakçılarıyla birlikte.
Kapı kapı dolaşıyor, kimi yakalarsa sarılıp öpüyordu.
Sonra akşam oldu önce kalabalık dağıldı, sesler kesildi,
Adamlar, şakşakçıları, arabaları, otobüsleri çekildi.
Gecenin karanlığı bastırınca riyakâr gülüşlü portrelerde,
pankartlarda, afişlerde, karanlığın büyüsü içinde kayboldu gitti.
Güzel semtime bulaşan bütün bu kirlilikleri gece temizledi.

Mart 2004

************************************************************
Gece, Deniz ve Karanlık.


Sahilde yürüyorum
Gecenin bir yarısı
Deniz kapkara
Ay yok yıldız yok
Zifiri karanlık gökyüzü
Bütün hüzünlerimi emiyor
Karanlık sular
Sıkıntılarım gökyüzünde
Uçup kayboluyorlar
Hafifliyor yüreğim
Rahatlıyor bedenim
Boşlukta uçan bir tüy gibiyim
İşte ben bu yüzden
Geceyi, denizi ve karanlığı
Çok severim.

Haziran 2004

***********************************************************
Gölgem......!


Güneş vurmustu sırtımdan önüme gölgem düştü.
Bedenim miydi güneşin gücüne karşı koyan?
Yoksa o bedeni dimdik tutan ruhum mu?
Yürüdüm gölgem yürüdü, koştum gölgem koştu
O bedenimden hep öndeydi, sırrı çözdüm sonunda

Gölgeme gücünü veren şerefli, onurlu ruhumdu.
Benim gibi bir adamın gölgesi de ancak böyle olurdu.
Ama, ama böyle bir gölge nasıl olurda yerde dururdu
Ona da çözüm buldum koştum bir duvarın önünde durdum

Gölgem layık olduğu yeri buldu benim gibi dimdik ayakta durdu.
Ama o da ne! güneş batmaya başladı gölgem soldu yok oluyordu.
Hemen bir çözüm bulmalıydım tabi ki çok sürmedi çözümü buldum.

Ben çözümlerin adamıydım koştum Topkapı sarayının duvarı dibine
Geçtim bilmem kaç vat gücündeki aydınlatma projektörlerinin önüne
Yerleşti gölgem bütün haşmetiyle tarihi duvarın üzerinde hak ettiği yere
Gözlerim doldu bu ne büyük gururdu gölgem tarihin bir parçası olmuştu

Sonra yine onlar geldiler, etrafımı sarıverdiler direndim dinlemediler
O kahrolası beyaz gömleği yine giydirdiler,arabaya tıkıp götürdüler.
Adamlara da kızamıyorum bıktılar, onlar yakalıyor ben kaçıyorum.
Ne yapayım, hastanedeki odama güneş girmiyor, gölgemle buluşamıyorum

Kimseye dinletemiyorum herkes birini sever ben gölgemi seviyorum
Gölgemde ben kendimi görüyorum, deli diyorlar gülüp geçi yorum.
Akıllılar birbirini sevsin bana ne ben gölgemdeki beni seviyorum
Yıllardır herkesten kazık yedim artık sadece gölgeme güveniyorum.

Gölgem saf, gölgem dürüst, gölgem sevgi dolu, gölgem dost canlısı.
Gölgem hak ettiği yerde olmalı, gece gündüz dimdik ayakta durmalı
Kimseyi kırmadı, kimseyi kandırmadı, kimseye kalleşlik yapmadı
Bu dört duvarın arasından kurtulmak benimde gölgemin de hakkı.

Yalnız ben değil bu hastanedeki bütün gölgeler dışarıda ve özgür olmalı,
Buradaki sevgi dolu, dürüst gölgelerin, buraya düşmesine sebep olan
Ahlâksız, kalleş, içten pazarlıklı gölgelere o beyaz gömlek giydirilip
Bizim gölgelerimizin yerine bu hastaneye o gölgeler kapatılmalı.

Nisan 2004 

************************************************************

Hatırlanırım deme...!


Buza kazınmış yazı
Kumsalda ayak izleri
Bir kibritin alevi
Ne kadar kalırsa baki
Göçüp gittiğinde
Bu dünyadan
En çok sevenler bile
O kadar hatırlar seni

Çok mu abarttığımı düşünüyorsun?
Yoksa saçmalık mı diyorsun?
Söyle o zaman kaç yıl oldu
Öleli Nazım Hikmet
Ya Orhan Veli, Ahmet Arif
Ya Can Yücel hangisini hatırlıyorsun

Halâ abarttığımı düşünüyor musun?

Eylül 2005

***********************************************************
İlk Çocuk Siyasi Mahkum


Tanışalı birkaç ay olmuştu
Her zaman bakımlı ve şık
Sapsarı saçları, mavi gözleriyle
Orta yaşın üzerinde ama halâ çok alımlı,
Çağdaş, aydın bir Türk kadını
İlk tanıdığım günden beri onda farklı bir şeyler vardı
O gün tesadüfen rastlaştık sahilde,
Oturduk bir çay bahçesinde sohbete daldık
Hüzünlendi mavi gözleri, yıllar öncesine gitti.
Kelimelere dönüşüyordu yıllardır yüreğinde biriktirdikleri.
Anlattıkça, yavaş yavaş çözüyordum ondaki gizemi
Ana okuluna giderken yaşıtları, neşeyle koşup oynarken
O Mamak ceza evinde Türkiye’nin ilk çocuk siyasi mahkumu
Anne ve babası tutuklanınca onu da ceza evine atmışlar.
İsyan, türküleri olmuş ilk öğrendiği çocuk şarkıları
Havalandırmaya çıktığında avludaki serçeler, oyuncakları
Onun hiç kurşun askeri olmamış, gerek de duymamış.
Onun gerçek duvarlar üzerinde nöbet tutan jandarmaları, gerçek askerleri varmış.
Yaşıtları kelime dağarcıklarına çiçek, meyve, oyuncak isimlerini katarken
Onun hafızasında, volta, havalandırma, avlu, koğuş, ranza, gardiyan,zindan
Kelimeleri yerlerini acıyla kazıyarak almış.
Bir yandan hüzün ve acı süzülüyor yüreğinden,
Bir yandan gurur okunuyor gözlerinden
Aydın bir ana, babanın evladı olmanın gururu
O Türkiye’nin ilk siyasi çocuk mahkumu,
Onu üzen ne beş yaşında girdiği hapishaneler, ne çektiği çileler
Kimsenin bilmemesi üzüyor, yaşadıklarını
Anılarını kaleme almış, birkaç yayın evine yollamış.
Bu günün yayıncılarında beş yaşındaki kızın ki kadar yürek olmadığından
Hiçbiri kitabını basmaya yanaşmamış, sudan bahaneler bulup geri yollamış
Sarışın mavi gözlü küçük kız yılmamış, yüreğindeki umudu soldurmamış.
Bir gün bir yolunu bulacak, acıyla, hüzünle, gururla dolu hayatını herkese duyuracak.
Şimdilik sadece dostlarının tanıdığı Türkiye’nin ilk çocuk siyasi mahkumunu.
Bir gün gelecek bütün Türkiye tanıyacak.



Haziran 2004 "Serpil Okaygün'e"

***********************************************************

İstiridye ve İnci.......!


Denizin derinliklerinde yaşayıp giderken istiridye
Bir dalgayla sert bir kum tanesi girdi içine,
Çıkarıp atamadı, kurtulamadı
Artık onunla yaşamak zorundaydı.
Ama bir çözüm bulmalıydı
Kum tanesini parlak bir dokuyla kapladı
Artık canı yanmıyordu sorun hallolmuştu
Üstelik kum tanesi çok da güzel olmuştu.
Hoşuna gitti bu iş kat kat kapladı kumu
Kocaman bir inci oluşturdu
İyi bir iş başarmıştı bu işten hoşlanmıştı
Kendisini rahatsız eden kum tanesinden
Değerli bir mücevher yaratmıştı.
Tam bunun gururunu yaşıyordu
Olanlar oldu, bir adam onu buldu
Bıçağını soktu istiridyenin bağrına
Parçaladı istiridyeyi inciye sahip oldu
Bir kumdan mücevher yaratan istiridye
Başarısının bedeli olarak canından oldu
Şimdi durup biraz daha düşünmek gerek
Güzel şeyler üretmek bazen başa dert olur
Ürettiğin değerliyse sahip olmak isteyenler
Üzerinden çıkar elde etmek isteyenler
İnsafsızca hançeri bağrına vurur,
Yarattığın güzellikler bazen sonun olur.

Haziran 2004

***********************************************************

İsyan............!


Yettiniz artık ulan yettiniz
Bütün değerleri yerle bir ettiniz
Ne sevgi kaldı yüreklerde ne merhamet
Canavara döndü millet.
Baba, oğlun dilinden anlamaz oldu
Gerçekler sanki film gibi sunuldu
Çocukların katledilişi, anaların çığlıkları
Magazin haberleri arasında klip oldu
Boktan gündemler yaratıp başınız sıkışınca
Haber programları yetişiyor imdadınıza
Kamera karşısına geçirip kapıştırıyorsunuz
Kendin dahi sanan salakları,
Ha bire oyalayıp duruyorsunuz
Düşünmeyi unutturduğunuz saf insanları
Umurunda değil artık kimsenin yarınları
Gördükçe yarattığınız ortamı
Keyiften dört köşe oluyor
Puslu hava bulmuş aç kurt gibi
Sisin ardına gizlenmiş
Ha bire götürüyorsunuz
Ama göz ardı ettiğiniz bir şey var
Halâ yok edemediğiniz aydın insanlar
Bu filmi daha öncede izledi onlar
Her şeyin farkındalar
Balık ağı altında saklanmış gübre yığını gibisiniz
Uzaktan bakan göz bir şey anlayamıyor
Yakından bakan ne bok olduğunuzu görüyor
Anlattığınız masalları artık kimse yemiyor
Bu kadar sıkleti çekmez bu kantar
Bu kadar başınca dayanmaz bu cidar
Akıbetiniz meçhul değil çok aramayın
Bu milletin tarihinde çok örneği var.
Susuyorsa bazıları sanmayın korktuklarındandır
Güvenmeyin avenenize onlar hep kazanandan yanadır
Geliyor bir kasırga bilesiniz tozunuz bile kalmayacak
Tek sorun var ortada bıraktığınız pislikleri
Temizlemek biraz zamanımızı alacak

12 Eylül 2005

***********************************************************

Kadınlar......


Kimilerine göre, sevgili, yaren, yar
Kimilerine göre, mukaddes varlıklar
Kimilerine göre, ayakları altında cennet var
Kimilerine göre, zavallı, aciz yaratıklar
Kimilerine göre, alınıp satılan bir mal
Kimilerine göre, hepsinin bir ederi var
Kimilerine göre, zevk objesi varlıklar
Kimilerine göre, kullanıp atılmalılar
Kimilerine göre, çok tutar onların kullanıldığı reklamlar.
Kimilerine göre, adamın namusudurlar
Kimilerine göre, yoluna can koyulandırlar
Kimilerine göre, başarılı her erkeğin ardında onlar var
Kimilerine göre, sinsi, içten pazarlıklı mahluklar
Kimilerine göre, koca imparatorlukları asıl yöneten kadınlar
Kimilerine göre, kıskanılan, özenilen karşı cinstir onlar
Kimileri abartırlar, kadınlığa transfer olurlar.
Kimileri huzuru, mutluluğu dostluğu onlarda bulurlar.
Kimileri onların kulu kölesi olurlar
Kimileri onlar için besteler yapar, şiirler yazarlar.
Kimileri kavuşamadığı için akıllarını oynatırlar
Kimileri reddedildikleri için canlarına kıyarlar
Kimileri onlar için vuruşur katil olurlar
Gerçek ap açık ortada işte bu dünyada her şeyin odak noktasında kadınlar
Allah aşkına söyleyin hangi erkek için bu kadar tanımlama yapmışlar
Bana göre daha fazla inadın anlamı yok, kabul ediyorum bu dünya sizin kadınlar.

Mayıs 2004

***********************************************************

Kedi............!


Gecenin bir yarısında, soğuk bir hava dışarıda
Çayımı yudumluyorum penceremin kenarında.
Sağanak halinde yağmur yağmakta.
Birden bir kedi ilişiyor gözüme
Yolun kenarında kaldırımın tam ortasında
Tüylerini kabartmış, sırılsıklam ıslanmış
Onca sığınacağı saçak altı varken etrafta
İnatla dimdik duruyor yağmurun altında
Önce nedenini düşünüyorum sonra bir süre izliyorum
Ne titriyor ne büzülüyor bir heykel gibi dimdik duruyor.
Nedenini çözemiyorum sonra kendimi onun yerine koyuyorum
Yüzlerce hemcinsi sıcacık evlerde ilgi ve sevgi görürken
O sokaklarda hayatın zorluklarına göğüs germekte.
Belki bir isyan bu duruşu kadere
Belki de kader değil bu yaşadığı kendi seçimi.
Sırnaşıp insan oğluna sığıntı olarak yaşamaktansa bir evde
Özgür ve gururlu yaşamayı seçmiş kendine.
O yüzden böyle dimdik duruyor.
Yağmur ıslatırken, soğuk dondururken bedenini
O keyfini çıkarıyor ödemenin özgürlüğün bedelini.
Saygı duymaya başlıyorum bu sokak kedisine
Milyonlarca insan üç kuruş menfaatleri için
Gururlarını şereflerini ayaklar altına serip
Dalkavukluk ederken birilerine
Bu küçük sokak kedisi koskoca yüreğiyle
Soğukta, yağmur altında meydan okuyor hayata,
İnsan geçinenlere ders verircesine.

21 Şubat 2005
Saat. 03.50

***********************************************************
Kıymet


Onun yüzüne bakmadan
Görebiliyorsan gülüşünü
Dokuna biliyorsan
El sürmeden saçlarına
Gözünden akan bir damla yaş,
Senin yanağından süzülüyorsa
Kilometrelerce uzaktayken
Onun yüreğine çöken hüzün
Çöküyorsa seninde yüreğine
Onunla aynı anda

Dokunmadan eline
El ele dolaşabiliyorsan
Yanında değilken onunla uyuyup
Onunla uyanabiliyorsan
Aldığın her nefeste
Kokusunu duyabiliyorsan
Maddesel hiçbir şeyin değeri yoksa
Anlam taşımıyorsa onun yanında
Sen gerçek aşk ı yaşıyorsun
Varsın deli desinler sana aldırma.


Kasım 2005

**********************************************************
Kim dur diyecek bu gidişe.............?


İnanası gelmiyor insanın bu sergilenen rezilliklere
Rüyasında görse hayra yormazdı bu millet on yıl önce
Bir zamanlar kutsal sayılan aile yapısı yerle bir ediliyor
Modeli yaratmış medya millet sürü gibi peşi sıra gidiyor
Mahremiyet hak getire, kameralar stüdyo evin her yerinde
Ölüp giden harcanmış bir gencin cenazesinde bile
Babası ve anası halâ gelecek paranın derdinde
En çok para veren kanal mezarlıkta çekimde
Rezilliğin bini bir para, neidüğü belirsiz
Bir alay soytarı sabahtan akşama kanallarda
Önce birbirlerine düşürülüp sonra barıştırılıyor
Aylarca bu saçmalıklarla gündem yaratılıyor
Medya her gün yeni bir rezillik İcat ediyor,
Halkımızda ha bire ilgi gösteriyor prim veriyor
Rezaletin son perdesi ne hale geldiğimizin belgesi
“ Pembe bir oyun ”
Gencecik insanlar birkaç milyara eşini pazara çıkarıyor
Para tek değer halini aldı şeref, namus, haysiyet mazide kaldı
Yürek dayanmıyor artık milletin düştüğü bu hale,
Bu millet ne zaman yetti artık durun diyecek.
Bu rezaletler daha ne kadar sürecek

Aralık 2005

*************************************************************

Korkulan bazen hoş gelir..................?


Aradan geçmişse yıllar
Yitip gitmişse umutlar.
Boşaysa bütün çabalar
Yıllar sonra maddeselleşmişse
Dillere destan aşklar
Hayalse gerçek sandığın yar
Yoksa sevgi, sevdiğin kadar
Yoksa güven, güvendiğin kadar
Yoksa değerin
Senin verdiğinin binde biri kadar
Aşağılanıp horlanmışsan
İncitilip, kırılmışsan
Adam yerine konulmamışsan
Ve halâ delice seviyorsan
Bir gün birden bire başlar
Senin senle çatışman
Saygın, onurlu, şerefli benliğin
Çöker üzerine aptal aşık benliğinin
Gırtlak gırtlağa gelirler.
Onurlu kimliğin göm yüreğine sevgini
Kurtar haysiyetini çek git diye diretir
Aptal aşık kimliğin halâ diretmektedir
Sevgi her şeyin üstündedir,
Sevgin, sevdiğin olmadıktan sonra
Onur, gurur dediğin nedir.
Günlerce boğuşur, çatışır dururlar
Aynı bedende iki ayrı kişilik
Sonra dar gelmeye başlar bedenin
Yenişemeyen iki ayrı kişiliğine
Patlayacak gibi şişer damarların
Zonklamaya başlar beynin
Çıkmak istercesine yerinden
Bu yaman kavganın çığlıkları
Yükselir ruhunun derinliklerinden
İki kişiliğinde yenişemezse
Her raunt hep berabere biterse
Yorulur bedenin, tükenir drencin
İşte o noktaya geldiğinde
Herkesin korktuğu son
Sana başlangıç görünür
Yenişemeyen iki kişiliğin yenişir
Çözülemeyen sorun da çözülür
Ölüme bu noktaya gelip gidenler
Asla korkmazlar ölümden
Güle oynaya düğüne gider gibi ölür.

Temmuz 2004

***********************************************************

Kozaya girmek.......!


İşlersin ömrünü yıllar yılı nakış gibi
Arkadaşların, dostların, yarin, yavrun
Gözünde hep kusursuz görünürler sana.
Senden bir şeyler vardır onlarda
Onlardan bir şeyler de sende
Öyle bir ahenk içindedir her şey
Mükemmeli yakaladım sanırsın
Huzurludur yüreğin uzun yıllar
Avutursun kendini yaşarsın
Sonra bir gün dökülür boyalar
Yok olur zahiri görüntüler
Ortaya çıkar gerçek yüzler
Kırılırsın, kızarsın, inanamazsın
Bir anda her şey değerini yitirir
Gözünden akması gereken yaşlar
Başlar yüreğine akmaya
İçin için içini yakmaya
Tutunacak tek bir dal bulamazsın
Bırakırsın kalan hayatını akışına
Soyutlarsın kendini her şeyden
Kozasının içindeki ipek böceğine dönersin
Delip çıkamazsın o kozayı kelebek olamazsın
Sokarlar kaynar suya kavrulur gidersin.

Eylül 2005

************************************************************

Köyümü yok etmişler.


Bir tepeden baktım içim buruk yaşlı gözlerle
Beton yığınlarının altında ezilmiş köyüme.
Çocukluğumun en güzel günleri burada geçmişti,
Otuz yıl önce buralar göz alabildiğine yeşildi
Baharda bembeyaz papatyalar açardı kırlarında
Yazın sarı katır tırnakları sarardı şu tepeleri
Kestane ağaçları vardı şu villaların yerinde
Kasım ayı gelince saka kuşu sürüleri gelirdi
Cıvıl cıvıl kuş sesleri kaplardı dört bir yanı
Pırıl pırıl bir dereydi şu leş kokan kanalizasyon
Dere balıkları, su kaplumbağaları kurbağalarla doluydu
Kamışlar biterdi kenarlarında, sonra bir sürü salkım söğüt
Geceleri çakallar ulurdu şu blokların yerindeki ormanda
Uçsuz bucaksız bir kumsaldı şu pis barakalarla dolu sahil
On beş ev vardı bahçelerinde meyve ağaçları gül fidanları
Şimdi ne o köy evleri kalmış ne meyve ağaçları ne gül fidanları
Kanserli hücreler gibi çoğalmış sarmış dört bir yanı beton yığınları
Bütün güzellikleri yok etmiş yutmuş para babalarının lüks villaları
Bahçe yapmışlar villalarına yere mermer kaplamışlar
Gülleri sökmüşler Plastik saksılara yapay çiçekler koymuşlar
Kestane ağaçlarını kesmişler dekoratif bahçe masaları olmuş

************************************************
 
 
 
Ziyaretçi sayısı 29899 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol