Ömer Hayyam


    
ÖMER HAYYAM
 
Matematikçi,astronot, filozof ve şair olarak bilinen HAYYAM (Ebul Feth Ömer bin Ibrahim; Ömer Hayyam da denir), İranlı Sair ve bilgin (Nisapur 1044.ay.y 1123/1136). Hayati, gençlik yılları kesinlikle bilinmiyor. Elde bulunan eserlerinden, hayatıyla ilgili olayları anlatan bazı kitaplardan, felsefe, matematik ve astronomi konularında çalıştığı, bu alanlarda düzenli bir öğrenim gördüğü anlaşılmaktadır. Hayyam ("Çadırcı") takma adini, atalarının çadırcılık yapmaları yüzünden aldığı söylenir. Ömer Hayyam, zamanında daha çok bilgin olarak ün kazandı. İran’ın, Selçuklular yönetiminde olduğu bir zamanda yetişen Hayyam, Horasan ülkesindeki büyük Şehirleri, Bele, Buhara ve Mera gibi bilim merkezlerini gezdi, bir ara Bağdat’a da gitti. Zamanının hükümdarlarından, özellikle Selçuklu sultani Melik sah ve Karahanlılardan Şemsülmülk'ten büyük yakınlık gördü. Saraylarında, meclislerinde bulundu. Residüddin'in "Cami-üt-Tevarih" adli eserinde anlattığına göre Nizamülmülk ve Hasan Sabbah, Ömer Hayyam ile okul arkadaşlarıydılar.
 
Gerek Hayyam’ın zamanında, gerek sonraki çağlarda yazılan aymaklarda çağının bütün bilgilerini edindiği, o alanlarda derin tartışmalara girdiği, fıkıh, ilahiyat, kıraat, edebiyat, tarih, fizik ve astronomi okuttuğu yazılıdır. Ebu'l Hasan Ali El-Beyhaki onun çok bilgili bir kimse olduğunu, fakat müderrislik hayatinin pek basarili olmadığını bildirir. Ayrıca Zemahseri ile uzun boylu tartışmalara giriştiğini, onun derslerine bile devam ettiğini, Zemahseri'yi, bilgi bakımından beğendiğini yazar.
                                                 
 
Hayyam'ın fizik, metafizik, matematik, astronomi ve şiir konularında değişik eserleri vardır. Bunlar arasında İbni Sina’nın Temcid (Yücelme) adli eserinin yorum ve tercümesi de yer alır. Zamanında, bir bilgin olarak ün kazanan Ömer Hayyam'ın edebiyat tarihindeki yerini sağlayan, sonraki yüz yıllarda da doğu İslam dünyasının en büyük Sairlerinden biri olarak anılmasına yol açan Rubaiyat'ıdır (Dörtlükler). Ömer Hayyam, İran ve doğu edebiyatında rubai türünün kurucusu sayılır. Sonraları aralarına başkalarının eserleri de karsan bu rubailer iki yüz kadardır. Hayyam, oldukça kolay anlaşılan, yumuşak, akıcı, açık ve seçik bir dil kullanır. şiirlerinde gerçekçidir. Yasadıkları, gördüklerini, çevresinden, zamanın gidisinden aldığı izlenimleri yapmacığa kapılmaksızın, olduğu gibi dile getirir. Ona göre, gerçek olan yaşanandır, dünyanın ötesinde ikinci bir dünya yoktur. İnsan, yasadıkça gerçektir, gerçek ise yaşanandır. En şaşmaz ölçü akil ve sağduyudur. insan bir akil varlığıdır. Gerçeğe ancak akil yolu ile ulaşılabilir.
 
Onun şiirinde zamanın haksızlıkları, softalıkları, akil almaz saçmalıkları ince, alaylı, iğneleyici bir dille yerilir. Dörtlüklerinin konusu aşk, şarap, dünya, insan hayati, yasama sevinci, içinde bulunduğumuz geçici dünyanın tadını çıkarma gibi insanla yoğun bir bağlantı içinde bulunan gerçek eylem ve davranışlardır. Şiirlerinde islediği konulara, çokluk felsefe açısından bakar. Aşk, sevinç, hayatin tadını çıkarma, Hayyam'a göre vazgeçilmez insan duygularıdır, insan hayatinin ana dokusu bunlarla örülüdür. Bazı dörtlüklerinde filozofça derin bir sezgi, açık ve seçik bir insan severlik duygusu, gösterişten, aşırılıktan uzak bir yasama anlayışı görülür. Hayyam kendisinden sonra gelen pek çok sairi etkilemiş, rubai alanında tek örnek olarak benimsenmiştir. Bati ülkelerinde adına bir çok dernek kurulmuş, rubaileri bütün bati dillerine, bu arada birçok defa Türkçüye Rubai yat-i Hayyam, Hayyam’ın Rubaileri, Ömer Hayyam ve Rubaileri, Dörtlükler adi altında tercüme edilmiştir.
 
ÖMER HAYYAM VE FELSEFESİ
 
"Ömer Hayyam Takvimi", bugünse "Celali Takvimi" olarak bilinen bu takvim her 5000 yılda bir gün hata veriyordu. Günümüzde kullanılan Gregoryan takvimi ise her 3330 yılda bir gün hata vermektedir. Bu da Hayran’ın bilimsel düzeyinin kendi zamanının ne kadar ötesinde oluşunun açık bir göstergesidir. Ayrıca Ömer Hayyam takvimi sadece günleri, ayları belirlemekle kalmıyor, mevsim değişikliklerini de büyük titizlikle saptamıştır. Yani yılın hangi gününde yağmur yağacak, hangi gününde kocakarı soğukları başlayacak, fırtınalar hangi gün kopacak not etmişti . Bunlar hiç mi sapmıyordu? Her yazılan olduğu gibi doğru mu çıkıyordu? Elbette değil. Ancak usta meteoroloji uzmanlarının da belirttiği gibi," İlk insanlardan beri sürdürülen ince gözlemlerin sonucu olan bu takvimde belirtilen mevsim hareketleri genellikle doğru çıkıyordu." Bazı mevsim hareketleri için ,neredeyse meteoroloji yanılır.Hayyam yanılmaz deniyordu.
Ah,diyor ki benim hesaplamalarım
Yılı insan pusulasına uydurdu,ha?
Eğer öyleyse takvimden
Doğmamış yarını ve ölü dünü koparalım.
Onun bu takvimi uzun yıllar Ortadoğu'da ve Bizans'ta kullanıldı.
Tıp, fizik, Astronomi, Cebir, Geometri ve Yüksek Matematik alanlarında önemli çalışmaları olan Hayyam için zamanının tüm bilgilerini bildiği söylenir.Rubai yat dışında Hayyam'ın kaleme aldığı ve çoğu bilimsel içerikli olan kitaplar şunlardır.
1 -Risale fi'l Barehin alâ Mesailü'l-Cebr ve'l- Mukabele (Cebir ve geometri üzerine)
2 - Muhasar fi'l- Tabiiyat (Fiziksel bilimler alanında bir özet)
3 - Muhtasar fi'l - Vücud (Varlıkla ilgili bilgi özeti,bu kitap Londra'da British Museum'dadır)
4 -El- Kevnn ve't Teklif (Oluş ve Görüşler)
5 -Mizan-ül Hikem (Bilgelikler Ölçüsü)
6 -Ravzat-ül- Ukul (Akıllar Bahçesi)
7 -Fi Şerh-i ma eşkel men Mosaderhât-e Ketâl-e Oklides
Bu kitaplardan özellikle Cebir kitabı Doğuda matematik dünyasında uzun yıllar etkili olmuştur. Batılı matematikçilerse bu derslere ancak 1851 yılında F.Woepeke'nin çevirisi ile tanışmıştır. Aslında Ömer'in çalışmalarından Batı'da ilk söz eden Gerard Meerman idi. Meerman 1742 yılında yazdığı 'Speicmen Calculi Fluxionalis' adlı eserinin önsözünde İslam bilginlerinin matematiğe yaptıkları hizmetleri sayarken Leyden kütüphanesinde bulunan ve Ömer Hayyam'a ait olan bir elyazmasından bahsetmişti.Warner tarafından kütüphaneye bağışlanan eserde kübik denklemlerin cebirsel çözümlerinin bulunduğunu yazıyordu Meerman. İşte Woepcke, L'Algébre d'Omar Alkhayyâmî adını vereceği çevirisini yaparken bu elyazmasını ve bunun dışında Paris Ulusal Müzesi'de bulunan iki elyazmasını kullandı. Aynı kitabın bir kopyası da Columbia Üniversitesi kütüphanesi Profesör David Eugene Smith koleksiyonunda bulunmaktadır. Profesör Smith tarafından Hindistan'ın Lahor kentinde bulunan bu elyazması esas itibariyle Leyden'deki kopyanın çok benzeridir.
Ömer Hayyam'ın Cebir kitabı, on bölümden oluşur. Kübik denklemlerle ilgili kısımlar birleştirildiğinde geriye altı bölüm kalır.

********************************

Ömer Hayyam
 
Dörtlükler, Rubailer,
 
 
Şarap sonsuz hayat kaynağıdır, iç;
Gençlik sevincinin pınarıdır, iç;
Gamı yakar eritir ateş gibi,
Sağlık sularından şifalıdır, iç.
 
 
Can bir şaraptır, insan onun destisi;
Beden bir ney gibidir, kan o neyin sesi.
Hayyam, bilir misin nedir bu ölümü varlık:
Hayal fenerinde bir ışık pırıltısı.
 
 
Dünyada akla değer veren yok madem,
Aklı az olanın parası çok madem,
Getir şu şarabı, alın aklımızı:
Belki böyle beğenir bizi el alem!
 
 
Ömür defterinden bir fal açtım gönlümce;
Halden anlar bir dost gelip falı görünce;
Ne mutlu sana, dedi; daha ne istersin:
Ay gibi bir sevgili, yıl gibi bir gece.
 
 
Bahar geldi; başka bir şey istemem kafamda;
Hele akla hiç yer vermem bahar soframda;
Şarap, seninleyim bu mevsim, koru beni:
Söğüt ağacı, sen de ser gölgeni altıma.
 
 
Gece, gül bahçesinde ararken seni,
Gülden gelen kokun sarhoş etti beni;
Seni anlatmaya başlayınca güle
Baktım kuşlar da dinliyor hikayemi.
 
 
Düşünce göklerinin baş konağı sevgidir sevgi;
Gençlik destanının baş yaprağı sevgidir sevgi;
Ey sevginin sırlarından habersiz yaşayanlar,
Bilin ki tüm varlığın baş kaynağı sevgidir sevgi.
 
 
Bu uçsuz bucaksız dünya içinde, bil ki,
Mutlu yaşamak iki türlü insana vergi;
Biri iyinin kötünün aslını bilir,
Öteki ne dünyayı bilir, ne kendini.
 
 
Bu varlık denizi nerden gelmiş bilen yok;
Öyle büyük bir inci ki bu büyük sır delen yok;
Herkes aklına eseni söylemiş durmuş,
İşin kaynağına giden yolu bulan yok.
 
 
Seher yeli eser yırtar eteğini gülün
Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün
Sen şarap içmene bak, çünkü nice gül yüzler
Kopup dallarından toprak olmadalar her gün.
 
 
Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok.
Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok.
Sabahlar, akşamlar, sevinçler tasalar yok.
Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok.
 
 
Güneşi balçıkla sıvamak elimde değil;
Erdiğim sırları söylemek elimde değil;
Aklım düşüncenin derin denizlerinden
Bir inci çıkardı ki delmek elimde değil.
 
 
Gören göze güzel, çirkin hepsi bir;
Aşıklara cennet, cehennem, hepsi bir;
Ermiş ha çul giymiş, ha atlas;
Yün yastık, taş yastık, seven başa hepsi bir.
 
 
Bu dünyaya kendi isteğimle gelmedim ben;
Şaşkınlıktan başka şeyim artmadı yaşarken.
Kendi isteğimle de gidiyor değilim şimdi,
Niye geldik kaldık, niye gidiyoruz bilmeden.
 
 
Felek doğruyu eğriyi tartaydı,
Her işine güzel demek kolaydı.
Böyle mi yaşardı iyiler dünyada,
Evrenin özü doğruluk olaydı?
 
 
Açılmaz kapıları açmanız mı gerek?
Dünyada insanca yaşamanız mı gerek?
Bırakın öyleyse iki dünyayı birden:
Ey ölü canlılar, canlar uyanık gerek!
 
 
Gönlümün dilediği gül yüzüne bakmak;
Elimin özlediği kadehi kavramak.
Her zerrem nasibini almalı dünyadan
Yarın güle kavuşturmadan beni toprak.
 
 
Gönül dedi: Ben neyim ki, bir damla sadece;
Ben nerde, görmediğim koca deniz nerde!
Böyle diyen gönül denize kavuşunca
Baktı kendinden başka şey yok görünürde.
 
 
Dün gece usul boylu sevgilim ve ben,
Bir kıyıda gül rengi şarap içerken;
Sedefli bir kabuk açıldı karşımızda;
Sabah müjdecisi çıkıverdi içinden.
 
 
Eşi dostu verdik birer birer toprağa;
Kiminden bir taş bile kalmadı ortada.
Sen, yorgun katır, hala bu kalleş çöldesin;
Sırtında bunca yük, yürü bakalım hala.
 
 
Dert içinde sevinci bul da yaşa;
Haksız düzende haklı ol da yaşa;
Sonu nasıl olsa yokluk dünyanın,
Varından yoğundan kurtul da yaşa.
 
 
Gönül, her an sevdiğinin kapısında ol;
Her istediğini onda ara, onda bul.
Aşk tavlasında hileye kaçma kalleşçe:
Koy canını ortaya, soyulursan soyul.
 
 
Biz de çocuktuk, bir şeyler öğrendik;
Bildiklerimizle övündük, eğlendik.
Şu oldu, bu oldu da ne oldu sonra?
Bir bulut gibi geldik, yel gibi geçtik.
 
 
En doğrusu, dosta düşmana iyilik etmen;
İyilik seven kötülük edemez zaten.
Dostuna kötülük ettin mi düşmanın olur:
Düşmanınsa dostun olur iyilik edersen.
 
 
Gök yaban gülleri döküyor eteğinden
Bir çiçek yağmuruna tutuldu sanki çimen
Gül şarap dolsun kadehimin lalesine
Mor buluttan yere yaseminler düşerken.
 
 
 
Sabahattin Eyuboğlu, Hayyam Bütün Dörtlükler
 
 
 
 
Geçmiş günü beyhude yere yad etme
Bir gelmemiş an için de feryad etme
Geçmiş gelecek masal bütün bunlar hep
Eğlenmene bak ömrünü berbad etme
 
 
Türkçesi: Orhan Veli Kanık
Hayyam, Seçme Şiirler, S. 4, Akdeniz
 
 
 
 
Bu şarabı dilenci içti, bey oldu gitti.
Bu şarabı tilki içti, aslan kesildi.
Bu şarabı ihtiyar içti, oldu delikanlı.
Delikanli içti, ömrü bi uzadı, bi uzadı, bi uzadı.
 
 
 
Doyacak kadar aşın varsa,
başını sokacak bir damın,
insanoğluna kulluk etmiyorsan,
başkasının sırtında değilse geçimin,
tamam, güneşli günler içindesin.
 
 
Türkçesi: A. Kadir, Bugünün Diliyle Hayyam
 
 
 
 
 Bir gün yıkılır saltanatın, yapma güzel;,
Fırsat sana el vermiş iken, ver bize el.
Bir ülkeye benzer bu güzellik, sonu yok,
Bir gün çıkar elden; hadi, lutfetmeye gel!
 
 
Tan rüzgarı esmiş, düşmüş gül etekten.
Bülbül güle tutkun, hem öylesi içten.
Kalk, içkini doldur, savrulmada dallar;
Sönmüş göreceksin, gül, bir sabah erken.
 
 
Ben, gönlü temiz insana kurban olayım.
Gezsin başım üstünde benim, hoş tutayım.
Ham insanı al karşına, söylet azıcık,
Dön, sonra cehennem ne imiş, gel sorayım.
 
 
Bir solukluk canımız var, o da saki, senden.
Gerçi hoşlanmadı halk, gitti ne yapsak, bizden.
Kalan içkim geceden bir yudum ancak, bilirim.
Yaşamından, ama kaç gün geri kalmış; bilmem.
 
 
Düşmüş feleğin çarkına, hep fırlanırız,
Sizler onu esrarlı fenermiş sanınız.
Evren koca fanus ve güneş lambasıdır.
Bizler de biçim, simge, bireyler kalırız.
 
 
Türkçesi: Rüştü Şardağ, Bütün Yönleriyle Hayyam Rubaileri
 
 
 
 
Biliyor musun, selviyle süsenin hürriyeti neden dillere düştü,
neden yollara yayıldı? Süsenin on dili vardır, ama gene de
susmaktadır; selvinin yüz eli vardır, gene de eli kısadır,
bir yere uzanmaz.
 
Açıklama
Selvi - Süsen - Hürriyet:
Selvi uzayıp giden, sağa-sola eğilmeyen bir
ağaç olduğu için edebiyatta hürriyeti temsil eder
olmuştur. Süsenin de, çiçek yapraklarının her
biri, bir dile benzetilmiş, fakat söz söyleyemediği
için susmak timsali sayılmıştır.
 
Hayyam, selvinin elleri - kolları var; fakat
bir yere uzatmıyor; süseninde dili var; fakat
bir söz söylemiyor; onun için hür bunlar demekle,
devrinde sağ - esen kalmanın, bir yere el
uzatmamakla, bir söz söylememekle mümkün
olabileceğini de anlatmış oluyor.
 
 
Abdülbaki Gölpınarlı, Hayyam ve Rubaileri, S. 130,198
 
 
 
 
Ey gül, sen, bir gönül kapanın, bir sevgilinin yüzüne benziyorsun; ey şarap, sen cana canlar katan bir dilberin la'l dudaklarını andırıyorsun. Ey benimle; kavga edip duran baht, her solukta daha da yabancı davranıyorsun bana; sen, bir bildiğe benziyorsun.
 
 
Abdülbaki Gölpınarlı, Hayyam ve Rubaileri, S. 71
 
 
 
 
Geçici aşkın tadı-tuzu yoktur, köz olmuş, yarı sönmüş ateş
gibi bir parlaklığı, bir ısısı yoktur. Aşık olan kişinin yıllar, aylar,
boyunca gece-gündüz ne rahatı-kararı olmalı, ne yeyip ne içmesi.
 
 
Abdülbaki Gölpınarlı, Hayyam ve Rubaileri, S. 109
 
 
 
Dostum boş yere dünya gamını yeme; boş yere şu yıpranmış dünyanın derdiyle dertlenme; olan oldu, geçen geçti; olmayansa daha belirmedi; hoş olmaya bak; olanın, olmayanın gamına dalma.
 
 
Abdülbaki Gölpınarlı, Hayyam ve Rubaileri, S. 134
 
 
 
Aklını başına al; zaman pek kötüdür; tozu dumana katmadadır; emin olarak oturma; devranın pençesi pek yırtıcıdır; zaman, ağzına baklava koysa, helva verse sakın inanma; zehirlidir o baklava; ağıyla karışmıştır o helva.

 
Abdülbaki Gölpınarlı, Hayyam ve Rubaileri

Ömür defterinden bir fal açtım gönlümce;
Halden anlar bir dost gelip falı görünce;
Ne mutlu sana, dedi; daha ne istersin:
Ay gibi bir sevgili, yıl gibi bir gece.
 
Gece, gül bahçesinde ararken seni,
Gülden gelen kokun sarhoş etti beni;
Seni anlatmaya başlayınca güle
Baktım kuşlar da dinliyor hikayemi.


Düşünce göklerinin baş konağı sevgidir sevgi;
Gençlik destanının baş yaprağı sevgidir sevgi;
Ey sevginin sırlarından habersiz yaşayanlar,
Bilin ki tüm varlığın baş kaynağı sevgidir sevgi.


Bu uçsuz bucaksız dünya içinde, bil ki,
Mutlu yaşamak iki türlü insana vergi;
Biri iyinin kötünün aslını bilir,
Öteki ne dünyayı bilir, ne kendini.


Bu varlık denizi nerden gelmiş bilen yok;
Öyle büyük bir inci ki bu büyük sır delen yok;
Herkes aklına eseni söylemiş durmuş,
İşin kaynağına giden yolu bulan yok.


Seher yeli eser yırtar eteğini gülün
Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün
Sen şarap içmene bak, çünkü nice gül yüzler
Kopup dallarından toprak olmadalar her gün.


 
 
 
 
'Irmaklarından şaraplar akacak' diyorsun
 
Cennet-i alâ meyhane midir?
 
'Her mümine iki huri' diyorsun
 
Cennet-i alâ kerhane midir?
 
 
Tanrı bize cennette vaad ettiği şarabı
 
Niçin haram etsin bu dünyada, akla sığar mı?
 
Bir sarhoş Arap , devesini vurmuş Hamza'nın
 
Peygamber de yasak etmiş araba şarabı
 
 
Beni özene bezene yaratan kim? Sen!
 
Ne yapacağımı da yazmışsın önceden
 
Demek günah işleten de sensin bana
 
O zaman nedir o cennet – cehennem?
 
 
Kim senin yasanı çiğnemedi ki, söyle!
 
Günahsız bir ömrün ne tadı kalır, söyle!
 
Yaptığım kötülüğü kötülükle ödetirsen eğer
 
Seninle benim aramda ne fark kalır ki, söyle!
 
 
Tanrı bizi çamurdan yarattığında
 
Biliyordu bu dünyada ne işimiz olacak
 
İşlediğim günahlar hep onun emriyledir
 
O halde cehennemde beni niçin yakacak?
 
 
İsyan edip karşında duracağım, neredesin?
 
Karanlığı, ışığa yoracağım, neredesin?
 
İbadete karşılık cenneti alacaksam
 
'Bağış mı, ticaret mi' diye soracağım, neredesin?
 
 
Kör cehalet çirkefleştirir insanları
 
Suskunluğum, asaletimdendir!
 
Her lafa verecek bir cevabım var elbet
 
Lâkin bir lafa bakarım laf mı diye
 
Bir de söyleyene bakarım, adam mı diye…
 
 
Dünya üç-beş bilgisizin elinde
 
Sanırlar ki tüm bilgiler kendilerinde
 
Üzülme, eşek eşeği beğenir
 
Bir hayır var, sana kötü demelerinde
 
 
Sen bu dünyanın sırrına eremezsin
 
Erenlerin dilini de sökemezsin
 
Öyleyse iç şarabı, cennet et dünyayı
 
Öteki cennete ya girer, ya giremezsin
 
 
Niceleri geldi, neler istediler
 
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler
 
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
 
O gidenler de hep senin gibiydiler
 
 
İçin temiz olmadıktan sonra
 
Hacı-hoca olmuşsun, kaç para
 
Hırka, tespih, post, seccade güzel
 
Ama Tanrı kanar mı bunlara?
 
 
Sen sofusun, hep dinden dem vurursun
 
Bana da sapık, dinsiz der durursun
 
Peki, ben ne görünüyorsam 'o'yum
 
Ya sen ne görünüyorsan 'o' musun?
 
 
Sen içmiyorsan içenleri kınama bari
 
Bırak aldatmacayı, ikiyüzlülükleri
 
Şarap içmem diye övünüyorsun ama
 
Yediğin haltlar yanında, şarap nedir ki?
 
 
Ey kara cüppeli, senin gündüzün gece
 
Taş atma dünyayı bilmek isteyenlere
 
Onlar yaradanın sanatı peşindeler
 
Seninse aklın abdest bozan şeylerde
 
 
Ben kadehten çekmem artık elimi
 
Tutmam senin kitabını, minberini
 
Sen kuru bir softasın, ben yaş bir sapık
 
Cehennemde sen mi daha iyi yanarsın, ben mi?
 
 
Seni kuru sofataların softası seni
 
Seni cehenneme kömür olası seni
 
Sen mi haktan rahmet dileyeceksin bana?
 
Hakka akıl öğretmek senin haddine mi?
 
 
Yaşamın sırlarını bileydin
 
Ölümün de sırlarını çözerdin
 
Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok
 
Yarın akılsız neyi bileceksin?
 
 
Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur, boş!
 
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut, hoş!
 
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
 
Bir nefestir alacağın, o da boştur, boş!
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Ziyaretçi sayısı 29910 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol