Ömer Hayyam'ın Cebir kitabı, on bölümden oluşur. Kübik denklemlerle ilgili kısımlar birleştirildiğinde geriye altı bölüm kalır.
********************************
Ömer Hayyam
Dörtlükler, Rubailer,
Şarap sonsuz hayat kaynağıdır, iç;
Gençlik sevincinin pınarıdır, iç;
Gamı yakar eritir ateş gibi,
Sağlık sularından şifalıdır, iç.
Can bir şaraptır, insan onun destisi;
Beden bir ney gibidir, kan o neyin sesi.
Hayyam, bilir misin nedir bu ölümü varlık:
Hayal fenerinde bir ışık pırıltısı.
Dünyada akla değer veren yok madem,
Aklı az olanın parası çok madem,
Getir şu şarabı, alın aklımızı:
Belki böyle beğenir bizi el alem!
Ömür defterinden bir fal açtım gönlümce;
Halden anlar bir dost gelip falı görünce;
Ne mutlu sana, dedi; daha ne istersin:
Ay gibi bir sevgili, yıl gibi bir gece.
Bahar geldi; başka bir şey istemem kafamda;
Hele akla hiç yer vermem bahar soframda;
Şarap, seninleyim bu mevsim, koru beni:
Söğüt ağacı, sen de ser gölgeni altıma.
Gece, gül bahçesinde ararken seni,
Gülden gelen kokun sarhoş etti beni;
Seni anlatmaya başlayınca güle
Baktım kuşlar da dinliyor hikayemi.
Düşünce göklerinin baş konağı sevgidir sevgi;
Gençlik destanının baş yaprağı sevgidir sevgi;
Ey sevginin sırlarından habersiz yaşayanlar,
Bilin ki tüm varlığın baş kaynağı sevgidir sevgi.
Bu uçsuz bucaksız dünya içinde, bil ki,
Mutlu yaşamak iki türlü insana vergi;
Biri iyinin kötünün aslını bilir,
Öteki ne dünyayı bilir, ne kendini.
Bu varlık denizi nerden gelmiş bilen yok;
Öyle büyük bir inci ki bu büyük sır delen yok;
Herkes aklına eseni söylemiş durmuş,
İşin kaynağına giden yolu bulan yok.
Seher yeli eser yırtar eteğini gülün
Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün
Sen şarap içmene bak, çünkü nice gül yüzler
Kopup dallarından toprak olmadalar her gün.
Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok.
Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok.
Sabahlar, akşamlar, sevinçler tasalar yok.
Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok.
Güneşi balçıkla sıvamak elimde değil;
Erdiğim sırları söylemek elimde değil;
Aklım düşüncenin derin denizlerinden
Bir inci çıkardı ki delmek elimde değil.
Gören göze güzel, çirkin hepsi bir;
Aşıklara cennet, cehennem, hepsi bir;
Ermiş ha çul giymiş, ha atlas;
Yün yastık, taş yastık, seven başa hepsi bir.
Bu dünyaya kendi isteğimle gelmedim ben;
Şaşkınlıktan başka şeyim artmadı yaşarken.
Kendi isteğimle de gidiyor değilim şimdi,
Niye geldik kaldık, niye gidiyoruz bilmeden.
Felek doğruyu eğriyi tartaydı,
Her işine güzel demek kolaydı.
Böyle mi yaşardı iyiler dünyada,
Evrenin özü doğruluk olaydı?
Açılmaz kapıları açmanız mı gerek?
Dünyada insanca yaşamanız mı gerek?
Bırakın öyleyse iki dünyayı birden:
Ey ölü canlılar, canlar uyanık gerek!
Gönlümün dilediği gül yüzüne bakmak;
Elimin özlediği kadehi kavramak.
Her zerrem nasibini almalı dünyadan
Yarın güle kavuşturmadan beni toprak.
Gönül dedi: Ben neyim ki, bir damla sadece;
Ben nerde, görmediğim koca deniz nerde!
Böyle diyen gönül denize kavuşunca
Baktı kendinden başka şey yok görünürde.
Dün gece usul boylu sevgilim ve ben,
Bir kıyıda gül rengi şarap içerken;
Sedefli bir kabuk açıldı karşımızda;
Sabah müjdecisi çıkıverdi içinden.
Eşi dostu verdik birer birer toprağa;
Kiminden bir taş bile kalmadı ortada.
Sen, yorgun katır, hala bu kalleş çöldesin;
Sırtında bunca yük, yürü bakalım hala.
Dert içinde sevinci bul da yaşa;
Haksız düzende haklı ol da yaşa;
Sonu nasıl olsa yokluk dünyanın,
Varından yoğundan kurtul da yaşa.
Gönül, her an sevdiğinin kapısında ol;
Her istediğini onda ara, onda bul.
Aşk tavlasında hileye kaçma kalleşçe:
Koy canını ortaya, soyulursan soyul.
Biz de çocuktuk, bir şeyler öğrendik;
Bildiklerimizle övündük, eğlendik.
Şu oldu, bu oldu da ne oldu sonra?
Bir bulut gibi geldik, yel gibi geçtik.
En doğrusu, dosta düşmana iyilik etmen;
İyilik seven kötülük edemez zaten.
Dostuna kötülük ettin mi düşmanın olur:
Düşmanınsa dostun olur iyilik edersen.
Gök yaban gülleri döküyor eteğinden
Bir çiçek yağmuruna tutuldu sanki çimen
Gül şarap dolsun kadehimin lalesine
Mor buluttan yere yaseminler düşerken.
Sabahattin Eyuboğlu, Hayyam Bütün Dörtlükler
Geçmiş günü beyhude yere yad etme
Bir gelmemiş an için de feryad etme
Geçmiş gelecek masal bütün bunlar hep
Eğlenmene bak ömrünü berbad etme
Türkçesi: Orhan Veli Kanık
Hayyam, Seçme Şiirler, S. 4, Akdeniz
Bu şarabı dilenci içti, bey oldu gitti.
Bu şarabı tilki içti, aslan kesildi.
Bu şarabı ihtiyar içti, oldu delikanlı.
Delikanli içti, ömrü bi uzadı, bi uzadı, bi uzadı.
Doyacak kadar aşın varsa,
başını sokacak bir damın,
insanoğluna kulluk etmiyorsan,
başkasının sırtında değilse geçimin,
tamam, güneşli günler içindesin.
Türkçesi: A. Kadir, Bugünün Diliyle Hayyam
Bir gün yıkılır saltanatın, yapma güzel;,
Fırsat sana el vermiş iken, ver bize el.
Bir ülkeye benzer bu güzellik, sonu yok,
Bir gün çıkar elden; hadi, lutfetmeye gel!
Tan rüzgarı esmiş, düşmüş gül etekten.
Bülbül güle tutkun, hem öylesi içten.
Kalk, içkini doldur, savrulmada dallar;
Sönmüş göreceksin, gül, bir sabah erken.
Ben, gönlü temiz insana kurban olayım.
Gezsin başım üstünde benim, hoş tutayım.
Ham insanı al karşına, söylet azıcık,
Dön, sonra cehennem ne imiş, gel sorayım.
Bir solukluk canımız var, o da saki, senden.
Gerçi hoşlanmadı halk, gitti ne yapsak, bizden.
Kalan içkim geceden bir yudum ancak, bilirim.
Yaşamından, ama kaç gün geri kalmış; bilmem.
Düşmüş feleğin çarkına, hep fırlanırız,
Sizler onu esrarlı fenermiş sanınız.
Evren koca fanus ve güneş lambasıdır.
Bizler de biçim, simge, bireyler kalırız.
Türkçesi: Rüştü Şardağ, Bütün Yönleriyle Hayyam Rubaileri
Biliyor musun, selviyle süsenin hürriyeti neden dillere düştü,
neden yollara yayıldı? Süsenin on dili vardır, ama gene de
susmaktadır; selvinin yüz eli vardır, gene de eli kısadır,
bir yere uzanmaz.
Açıklama
Selvi - Süsen - Hürriyet:
Selvi uzayıp giden, sağa-sola eğilmeyen bir
ağaç olduğu için edebiyatta hürriyeti temsil eder
olmuştur. Süsenin de, çiçek yapraklarının her
biri, bir dile benzetilmiş, fakat söz söyleyemediği
için susmak timsali sayılmıştır.
Hayyam, selvinin elleri - kolları var; fakat
bir yere uzatmıyor; süseninde dili var; fakat
bir söz söylemiyor; onun için hür bunlar demekle,
devrinde sağ - esen kalmanın, bir yere el
uzatmamakla, bir söz söylememekle mümkün
olabileceğini de anlatmış oluyor.
Abdülbaki Gölpınarlı, Hayyam ve Rubaileri, S. 130,198
Ey gül, sen, bir gönül kapanın, bir sevgilinin yüzüne benziyorsun; ey şarap, sen cana canlar katan bir dilberin la'l dudaklarını andırıyorsun. Ey benimle; kavga edip duran baht, her solukta daha da yabancı davranıyorsun bana; sen, bir bildiğe benziyorsun.
Abdülbaki Gölpınarlı, Hayyam ve Rubaileri, S. 71
Geçici aşkın tadı-tuzu yoktur, köz olmuş, yarı sönmüş ateş
gibi bir parlaklığı, bir ısısı yoktur. Aşık olan kişinin yıllar, aylar,
boyunca gece-gündüz ne rahatı-kararı olmalı, ne yeyip ne içmesi.
Abdülbaki Gölpınarlı, Hayyam ve Rubaileri, S. 109
Dostum boş yere dünya gamını yeme; boş yere şu yıpranmış dünyanın derdiyle dertlenme; olan oldu, geçen geçti; olmayansa daha belirmedi; hoş olmaya bak; olanın, olmayanın gamına dalma.
Abdülbaki Gölpınarlı, Hayyam ve Rubaileri, S. 134
Aklını başına al; zaman pek kötüdür; tozu dumana katmadadır; emin olarak oturma; devranın pençesi pek yırtıcıdır; zaman, ağzına baklava koysa, helva verse sakın inanma; zehirlidir o baklava; ağıyla karışmıştır o helva.
Abdülbaki Gölpınarlı, Hayyam ve Rubaileri
Ömür defterinden bir fal açtım gönlümce;
Halden anlar bir dost gelip falı görünce;
Ne mutlu sana, dedi; daha ne istersin:
Ay gibi bir sevgili, yıl gibi bir gece.
Gece, gül bahçesinde ararken seni,
Gülden gelen kokun sarhoş etti beni;
Seni anlatmaya başlayınca güle
Baktım kuşlar da dinliyor hikayemi.
Düşünce göklerinin baş konağı sevgidir sevgi;
Gençlik destanının baş yaprağı sevgidir sevgi;
Ey sevginin sırlarından habersiz yaşayanlar,
Bilin ki tüm varlığın baş kaynağı sevgidir sevgi.
Bu uçsuz bucaksız dünya içinde, bil ki,
Mutlu yaşamak iki türlü insana vergi;
Biri iyinin kötünün aslını bilir,
Öteki ne dünyayı bilir, ne kendini.
Bu varlık denizi nerden gelmiş bilen yok;
Öyle büyük bir inci ki bu büyük sır delen yok;
Herkes aklına eseni söylemiş durmuş,
İşin kaynağına giden yolu bulan yok.
Seher yeli eser yırtar eteğini gülün
Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün
Sen şarap içmene bak, çünkü nice gül yüzler
Kopup dallarından toprak olmadalar her gün.
'Irmaklarından şaraplar akacak' diyorsun
Cennet-i alâ meyhane midir?
'Her mümine iki huri' diyorsun
Cennet-i alâ kerhane midir?
Tanrı bize cennette vaad ettiği şarabı
Niçin haram etsin bu dünyada, akla sığar mı?
Bir sarhoş Arap , devesini vurmuş Hamza'nın
Peygamber de yasak etmiş araba şarabı
Beni özene bezene yaratan kim? Sen!
Ne yapacağımı da yazmışsın önceden
Demek günah işleten de sensin bana
O zaman nedir o cennet – cehennem?
Kim senin yasanı çiğnemedi ki, söyle!
Günahsız bir ömrün ne tadı kalır, söyle!
Yaptığım kötülüğü kötülükle ödetirsen eğer
Seninle benim aramda ne fark kalır ki, söyle!
Tanrı bizi çamurdan yarattığında
Biliyordu bu dünyada ne işimiz olacak
İşlediğim günahlar hep onun emriyledir
O halde cehennemde beni niçin yakacak?
İsyan edip karşında duracağım, neredesin?
Karanlığı, ışığa yoracağım, neredesin?
İbadete karşılık cenneti alacaksam
'Bağış mı, ticaret mi' diye soracağım, neredesin?
Kör cehalet çirkefleştirir insanları
Suskunluğum, asaletimdendir!
Her lafa verecek bir cevabım var elbet
Lâkin bir lafa bakarım laf mı diye
Bir de söyleyene bakarım, adam mı diye…
Dünya üç-beş bilgisizin elinde
Sanırlar ki tüm bilgiler kendilerinde
Üzülme, eşek eşeği beğenir
Bir hayır var, sana kötü demelerinde
Sen bu dünyanın sırrına eremezsin
Erenlerin dilini de sökemezsin
Öyleyse iç şarabı, cennet et dünyayı
Öteki cennete ya girer, ya giremezsin
Niceleri geldi, neler istediler
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler
İçin temiz olmadıktan sonra
Hacı-hoca olmuşsun, kaç para
Hırka, tespih, post, seccade güzel
Ama Tanrı kanar mı bunlara?
Sen sofusun, hep dinden dem vurursun
Bana da sapık, dinsiz der durursun
Peki, ben ne görünüyorsam 'o'yum
Ya sen ne görünüyorsan 'o' musun?
Sen içmiyorsan içenleri kınama bari
Bırak aldatmacayı, ikiyüzlülükleri
Şarap içmem diye övünüyorsun ama
Yediğin haltlar yanında, şarap nedir ki?
Ey kara cüppeli, senin gündüzün gece
Taş atma dünyayı bilmek isteyenlere
Onlar yaradanın sanatı peşindeler
Seninse aklın abdest bozan şeylerde
Ben kadehten çekmem artık elimi
Tutmam senin kitabını, minberini
Sen kuru bir softasın, ben yaş bir sapık
Cehennemde sen mi daha iyi yanarsın, ben mi?
Seni kuru sofataların softası seni
Seni cehenneme kömür olası seni
Sen mi haktan rahmet dileyeceksin bana?
Hakka akıl öğretmek senin haddine mi?
Yaşamın sırlarını bileydin
Ölümün de sırlarını çözerdin
Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok
Yarın akılsız neyi bileceksin?
Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur, boş!
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut, hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın, o da boştur, boş!